“…terzilikte bilgelik, çıplaklığı geliştirmektir,
demir levhalar arkasındakini sadece hak edene,
sadece hak edene, işte sadece ona bildirmektir.
Giysi günahkarların gözüne perde,
temiz kalplere ise kalpten bir penceredir.
Örmektir.
Güzelliği nazardan, günahtan saklayıp, bilgiye gösteririz.
Bizler terziyiz. Çıplak derinliğin bildiricileri.”
H.Kaytan

Încî Xanim



Beşiktaş’tan motorla Üsküdar. Dolunayın üstünden bir gün geçmiş, ucundan birazı kayıp. Yağmur habercisi kara bir bulutun ardından inatla çıkan ayın mehtabı boğazının sularında... 15Y Cami önü durağı. İstikamet Yeni Mahalle. Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy, Kandilli, Anadolu Hisarı ve Yeni Mahalle. Boğazın ışıklarını takip ederekten geçtiğimiz bu yollar, zenginliğin alameti ve ardından tepeden bir yerden muhteşem ışıltıları İstanbul’un. Çoğu bir gece vakti kondurulmuş, tapusu sonradan alınmış, tek katlı, çift katlı, üç katlı, çok katlı, bahçeli, bahçesiz evler. Bir Cumartesi akşamının gürültülü caddelerinden sessiz, sakin, ıssız bir taşra kasabasına gelmişiz gibi. Avşar Market, Dilan Kırtasiye... Çoğunluğunu Ardahanlıların oluşturduğu geri kalanını ise Kastamonu ve Rizelilerin tamamladığı ormanın kenarında, bir zamanlar şehrin dışıyken şimdi neredeyse merkezine kaymış bir mahalle burası.
Akşam İnci Hanımın evinde misafirdim. Geç saat de varmıştık eve, hastaydı, uyuyordu. Baba beklemiş bizi, zaten zor dayanmış gider gitmez o da yattı. Evin kızı yaklaşık beş senelik arkadaşım. Nurten biz ona Nûrê diyoruz. Daha önceleri birçok kez geldiğim bu eve ve mahalleye bu kez başka gözle bakıyorum.
Neredeyse otuz yılı bulan bir geçmişi var Ardahanlıların burada. Çoğunluğu ekonomik sebeplerden göçüp gelmiş. Ama benim misafiri olduğum aile gibi törelerin sürüklediği ailelerin sayısı da azımsanacak gibi değil.
İnci Hanım ve ailesi 22 yıl önce kan davası yüzünden gelmişler buraya. Onu tanıdığımda bir kelime bile Türkçe konuşmuyordu. Bu zorunlu gelişin, toprağına bağlılığının, buraya ait olmayışının bir göstergesi gibi inatla konuşmamış İstanbullunun dilini, dudaklarında ve dilinde taşıyıp getirdiği Kürtçeyle büyütmüş çocuklarını. Lastikli basma eteği, örgü yeleği ve başının etrafına bir hale gibi sıkı sıkı sardığı Serhat işi örtüsüyle karşılamıştı beni. Hala beni “Malegan” diye anıyor. İlk gördüğünde beyaz tenim, renkli gözerim, açık renk saçımla Ardahan’da bir zamanlar yaşayan Ermenilere benzetmişti beni ve onlara Ardahan’da verilen “Malegan” ismini yakıştırmıştı bana. Ben Türkçe, o Kürtçe konuşurken ve ikimizde birbirinin dilinden belki de hiçbir şey anlamazken insan olmanın ve insana sevgiyle yaklaşmanın doğallığında anlaşıyorduk. Ona bir şarkı söylemiştim Kürtçe. Dilimden çıkan, dudaklarımdan süzülen her kelimeyi anlaması öyle mutlu etmişti ki onu gülümsediği anda görünen aralık dişlerinin ve yaşlı yorgun yüzünün üzerinde ışıl ışıl parlayan gözlerinin o anki mutluluğunu unutamadım. Onların orda “Çitoyî rindî?” diye sorarlar insanın hatırını. “ Rindim” diye cevap verirsin. Şarkım “Were rindê rindê” diyordu.
Onunla ilgili çok hikaye dinledim kızından. Çok uzun zaman almış buralara alışması, daha doğrusu alışamamış, buralı olmak istememiş hiç. Tavuk beslemiş büyük hayvan besleyemeyeceğinden. Kedileri olmuş bahçede. Kömürlükte tandır yapıp kendi kendine “Nanê destê wî naxwim.” Deyip İstanbul’da erkek elinden çıkmış fırın ekmeğini yemeyi reddetmiş ta ki evin gençleri onu İstanbullu olmanın gerekliliklerine zorlayıncaya dek. Ve sonra ardında bırakmış birçok şeyi geriye bir tek tavukları, Başının etrafına sıkı sardığı “Şara Mirişkî” si ve dili kalmış. Gelinleri, oğulları onun toprağında güzellik sembolü olan “Şar”ı İstanbul’da utanç olarak görüyorlardı. Ama o inat etti çıkarmadı. Hintlinin Bindisi, Arabın ehramı, Japonların kimonosu; Lazın peştamalı, Egelinin yazması, Trakyalının Yemenisi, Mardinlinin Hirbîsi gibiydi oysa “Şar”.
O hep özledi toprağını taş bastı yüreğine. Geçmişi geride kalmıştı. Geleceği burada bu ormanın kıyısındaki mahallede onu beklemekteydi.
30. Mart. 2002


Yoksun....
Terk edip gittim seni, terk edip geldim ona.
Yol uzun
Yol yabancı.
Yol gelecek
Geleceğimde yok artık yerin, aynı bugünüm gibi.
Geçmişimsin.
Ulaşamam sana dönsem de.
Senden kalan bir baş ağrısı hatırımda,
Bundandır başımı şarımla böylece sarışım.
Bir o kaldı kutsanmışların halesi gibi
İnadım
Ve kendimle sırf inadımdan taşıdığım
Doğduğum yerden tek kalan...

Özlerim...
Terk edip gittiğimden beri seni, geldiğimden beri İstanbul’a
Deniz uzun
Deniz yabancı
Deniz gelecek
Geleceğimde denizden esen yel var artık, aynı bugünüm gibi
Geleceğimsin.
Kaçamam artık gitsem de.
Sende yaşadığım bir baş ağrısı,
Bundandır başım böyle şarımla sıkışım.
Bir o var beni dimdik tutan kutsanmışların halesi gibi
İnadım
Ve kendimle sırf inadımdan taşıdığım
Göçtüğüm yerde beni tek anlatan...
29. Mart. 2002

Hiç yorum yok: